Remil İlmi diğer bölümler de de bahsettiğimiz gibi geleceğin ve geçmişin olaylarını doğruya en yakın sonuçla bilmemizi sağlayan mucizevî bir kehanet ilmidir. Bu ilmin bir peygamber ilmi olarak tarihte tezahür etmesi ve bulunduğu asra ( MÖ 605-562) büyük bir damga vurması ve sonraki asırlarda dünyanın en büyük imparatorluklarında imparatorlar tarafından büyük ilgi görmesi ve halk arasında bilgeler vasıtasıyla kullanılması günümüze kadar ulaşmasında çok önemli unsurlardandır.
Remil İlmi, bulunduğu tarihten itibaren 1800’lü yıllara kadar elit devlet sistemi içinde özellikle doğu devletlerinde birçok çıkmaza girmiş olayların içinden çıkılmasını sağlamıştır. Devlet adamlarının atanmasında, savaşa girilip girilmemesi hakkında dahi asrın en ünlü Remil İlmi bilgelerinin (remmallerin) bakımlarından faydalanılmıştır.
Remil İlmi halk arasında da büyük ilgi görmüştür. Kimi rivayetlerde önemli eşyasını bir arazide kaybeden kişi zamanın Remil İlmi uzmanlarına başvurduğu ve bulunduğu söylenir. Başka bir örnekte definelerin aranmasında Mısır’da kullanıldığı rivayet edilir. Halk arasında bu kullanımlar dışında hemen hemen hayatın her noktasında kullanılan ve bozulmaya uğramamış yegane kehanet sistemidir.
1800’lü yıllardan sonra günümüze kadar sanayileşme ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte insanların ilgi alanlarının değişmesi, maddeye bağlı bilimlerin gelişmesiyle birçok ilim gibi Remil sanatıda unutulmaya yüz tutmuştur.
Geçim sıkıntılarının giderek artması ve insanların ihtiyaçlarının giderek fazlalık göstermesi Remil gibi değerli bir kehanet ilminin unutulmasına ve sadece dünyada çok az temsilcilerinin bulunmasına yol açmıştır. Geçmiş zamanlarda insanlar bir öğreti için yıllarını ayırabiliyorlardı. Remil İlmi öğretisinin de uzun yıllar olan eğitimini maddi bir getiri olmaksızın zamanlarını ayırabiliyorlardı. Artık günümüzde maddi bir getirisi olmayan parapsikolojik bilimlerin ilgilenilmesi oldukça zor ve imkânsız hale gelmiştir ve artık günümüzde Remil İlmi için 8 ile 12 yıl eğitim almak hem olanaksız, hem de şifreli kitapların olması ve bu kitaplara vakıf insanların azlığı nedeniyle imkânsız hale gelmiştir.
Logizmo günümüzde yok olma tehlikesi içinde olan bu mucizevî kehanet bilimini Sn. İbrahim Yaşar’ın değerli katkılarıyla tarihin tozlu sayfalarından günümüzün modern dünyasına kazandırmanın onurunu ve mutluluğunu duyuyoruz.
Şimdi sizlere tarihte yaşanmış ve Bazıları net hüccet olan rivayetleri aktaracağız
Yıllar yılı dilden dile dolaşmış bir rivayet:
Osmanlı Padişahı dördüncü Murad (1623-1640), kıyafet değiştirerek, halk arasında dolaşmaktan çok hoşlanırmış. Bir gün yine esnaf kılığında gezerken, Üsküdar’dan bir kayığa binmiş. Kayıkçı yanına bir müşteri daha almış, boğaza açılmışlar. Denizin ortasında Murad, yanında oturan müşteriye sormuş:
Senin adın ne?
- Bana Üsküdarlı remmal Ahmed Ağa derler.
Padişahın merakı artmış. Tekrar sormuş:
- Ne iş yaparsın?
-Adam, sakin cevap vermiş:
-Remil atarak gaipten haber veririm.
- Peki, bir remil at da görelim. Meselâ şu anda Sultan Murad nerededir?
Adam, karşısındaki meraklı kişinin yüzüne şöyle bir bakmış, hatırını kırmak istememiş, remilini atmış.
-Deniz üstünde görünüyor.
- Bir remil daha at bakalım. Bize yakın mı, uzak mı?
Adam, remilini tekrar atar atmaz gözleri parlamış:
- Sultan Murad bizimle beraber. Ben remmal Ahmed olduğuma göre, devletli Hünkar da sizsiniz.
- Aferin, hüner sahibi adammışsın. Yalnız, bir remil daha at bakalım. Şimdi ben İstanbul’un hangi kapısından gireceğim. Bilirsen seni ihya ederim. Bilemezsen.
Remilci, remilini dökmüş. Dökmüş ama bu sefer söylememiş. Bir kâğıda yazıp Padişaha uzatmış:
-Bir şartla Sultanım. Bu kağıdı kapıdan geçtikten sonra okumanızı dilerim. Demiş. Sultan Murad kağıdı cebine yerleştirerek, kayıkçıya sahile çekmesini söylemiş. Karşısına gelen sur bedeninde nöbet tutan dizdarlardan birine:
- Ben Padişahım. Tez buradan bir kapı açın, şehre gireceğim.
Padişah fermanı bu. Derhal duvarı yıkarak bir kapı açmışlar. Padişah şehre girmiş ve cebinden remmalın yazdığı kâğıdı çıkarmış. Kâğıtta şunlar yazılı imiş:
“Devleti Hünkârım Yenikapınız mübarek olsun.”.
O günden bu güne İstanbul’un o semtinin adı YENİKAPI SEMTİdir…
Fatih Sultan Mehmed’e Keşişin Söyledikleri
Kritovulos, 15. yüzyılda yaşamış Bizanslı bir tarihçidir. İstanbul’un fethini ve diğer önemli olayları/savaşları yazıp Fatih Sultan Mehmed’e takdim etmiştir. Ve Fatih’in takdirini kazanmıştır.
Kritovulos’un Fatih dönemindeki on yedi yıllık olayları yazdığı kitabı, Kaknüs Yayınları’ndan, İstanbul’un Fethi adıyla çıktı. Kitabın 107. sayfasını beraber okuyalım:
Fatih, İstanbul’a girip Ayasofya önüne geldiği zaman, derinden derine bir inilti işitti. Sesin geldiği yöne bir adam gönderdi. Sakalları uzamış, perişan durumda bir keşiş bulup getirdiler. Huzura çıkardılar. Korktu, teskin ettiler. Neden zindana atıldığını sordular.
Keşiş, Türklerin kuşatma hazırlıkları sırasında Kostantin’in kendisini çağırıp İstanbul’u Türklerin alıp alamayacağını bildirmek için remil açmasını söylediğini; remilde İstanbul’un Türklerin eline geçtiğini bildirmesi üzerine, Kostantin’in kızarak kendisini zindana attırdığını anlattı. Keşiş sonra, “demek remilim doğru imiş” diye ekledi.
Bunun üzerine Fatih de İstanbul’un kendi elinden çıkıp çıkmayacağına dair remil açmasını ve doğruyu söylerse armağanlar vereceğini bildirdi. Keşiş yeniden, bu defa Fatih için remil açtı. Ve remili şöyle yorumladı:
– İstanbul, türklerin elinden savaş ile çıkmayacak. Lakin öyle bir zaman gelecek ki ellerindeki emlak ve toprak azalacak, bu suretle istanbul türk malı olmaktan çıkacak.
Bu falın bildirdiği neticeden müteessir olan (üzülen) Fatih Sultan Mehmet ellerini kaldırarak
“İstanbul’da edindiğimiz yerleri ecnebilere (yabancılara) satanlar Allah’ın gazabına uğrasınlar’ diye beddua etti.”
Sultan Abdülmecid Han zamanında İstanbul’da Remil ilmi yaygın idi. Padişahın emri ile zamanın kutbul ferdi nerede ve kim olduğu araştırılmış, neticede kutb-ül ferdin hazreti Seyyid Taha olduğu tespit edilmişti. Bunun üzerine padişah tarafından Seyyid Taha hazretlerine yazılmış ve İstanbul’a davet buyurulmuştur. Seyyid hazretleri ise “Remle itimat tahminidir. Bu hususta İstanbul’a gelmem mümkün değildir. Padişah ısrar ederlerse, başka bir tarafa hicret edeceğim.” diye kesin cevap vermiştir. Zira Mevlana Halid Hazretleri bütün halifelerini devlet ricali ile görüşmekten men buyurmuşlardır.
Sultan Fatih’in Ayasofya Vakfiyesi
“Allah’ın mescidlerinde o’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına çalışandan daha zalim kim vardır! Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. Başka türlü girmeye hakları yoktur. Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azap vardır.”
(Bakara Suresi / 114.Ayet)
İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar.
Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse, Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın.
Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır.
Allah’ın azabı onlaradır. Allah işitendir, bilendir.
Fatih Sultan Mehmed Han – 1 Haziran 1453
(Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nde Bulunan
Ayasofya İle İlgili Arapça Vakfiyenin Tercümesi